Nene Hatun’u dilenmek zorunda bırakanlar utansın

© Kayıt Dışı Tarih
Yazı Boyutu:

9 Kasım 1877’yi 10 Kasıma bağlayan gece Rus askerleri Top dağındaki nöbetçilerimizin gafletinden istifade ederek Aziziye’nin 2 ve 3 numaralı tabyalarına dalıvermişti. Uyku sersemi askerlerimiz baskın yediklerini yataklarındayken fark etmiş ama kalabalık Rus birliklerinin tabyaları ele geçirmesine engel olamamıştı. 

Sıra 1 numaralı tabyaya gelmişti. Yarbay Bahri ve askerleri orada var güçleriyle direnip zaman kazanmış, tam bu sırada gün ağarmaya başlamıştı. 

Erzurum Kasım sabahlarından birinden öbürüne taşınırken tabyalardan yükselen top ve tüfek sesleri şafağın tüllerini parçalamış, şehrin sakinleri tarih yazacakları güne uyandığında ellerinde sopa, balta ve satırları bulmuştu. Kışlalarda içtima boruları çalınıyor, minarelerde ard arda ezanlar okunuyor, hocalar eli silah tutanları dövüşmeye çağırıyordu. Köse Mehmed Ağa’nın karısı Şerife’den Hüseyin oğlu Nene’ye kadar kahraman analar, Kantarcı Mehmed’den İmam Yaşar Emmi’ye kadar aslanlar “Kardaşlar, elimiz tutar, gözümüz görürken düşman buralara da mı girecek? Anamız bizi hangi gün için doğurdu?” diyerek bir kısmı Kars Kapı’dan, diğerleri Kavak Kapı’dan tabyalara can atıyordu.

Bulunduğu mevkiden tabyalara akan insan selini gören Kurt İsmail Paşa kumandasındaki askerin şehamet damarlarının kabardığı ve Rusların ele geçirdiği 2 ve 3 numaralı tabyalara daldığı görüldü. Paşa bir elinde Kur’an, diğer elinde kılıç, kırmızı entarisini ve sarı çizmelerini giyinmiş Kara Fatma ve üç hanım ile muhariplere yiyecek ve içecek götüren diğer hanımlar yanlarında olduğu halde Kars Kapısından 1 numaralı tabyanın gerilerine doğru sarkıyordu. Kaplan Mehmed Paşa kumandasındaki asker de Mecidiye tabyası üzerinden 2 ve 3 numaralı tabyalara hücuma geçmişti. Şaşılacak şey, her üç tabyaya kapıları kırarak girmeyi başarmış birkaç saat içerisinde Rusların 153. Alayını imha etmişlerdi. 

Rus Alayı 2.300 kayıp verdikten sonra kaçarken tabyalarda sağ kalanların heyecandan büyümüş gözleri yakınlarını aramış, bir köşede Kara Fatma ve üç hanım arkadaşının şehadet şerbetini içtiğini görmüştü. “Kilid-i mülk-i İslam” (İslam diyarının kilidi) Erzurum üç saat süren göğüs göğüse çarpışmanın sonunda rahat bir nefes almıştı. 
 

Nene Hatun derler bir yiğide

O kutlu sabahın kahramanlarından Nene Hatun 1955 Mayısına kadar yaşamış ve vefatından bir ay önce “Yılın Annesi” seçilmişti (ülkemizde ilk “Yılın Annesi” unvanı ona aittir). 

Küçük çocuğunu emzirip yatağına emanet eden 20’sindeki Nene Hatun, eline balta veya satırı alarak kocası ve diğer Dadaşlarla omuz omuza Aziziye tabyalarını geri almak için canını ortaya koymayı vazife bilmişti. Daha sonra Çanakkale’de şehid düşecek olan evladını değil, namus ve vatanını düşünen bu aziz Türk annesi o gün Rus kurşunuyla ölen öz kardeşinin gözlerini kaparken şu sözleri söylemişti:

- Rahat ölebilirsin. Biz varız!
ÖNE ÇIKAN VİDEO

Lakin Cihan Harbinde üç çocuğunu ve kocasını kaybettikten sonra sefalete duçar olan Hüseyin kızı Nene (Nene öz ismiydi) çaresiz kalınca Cumhurbaşkanı İnönü’ye çektiği hazin telgrafla devrin idarecilerinin kahramanlara nasıl lakayt kaldıklarını gözler önüne sermişti.  

Osmanlı Devleti yıkılıp Cumhuriyet kurulmuş, bu arada yaşı 80’i devirmişti. Yine de ayaktaydı ya, ah bir de fakirlik olmasa. Sonunda dayanamadı, 1943 yılında Aziziye tabyasındaki “silah arkadaşı” Kadir kızı Name ile Cumhurbaşkanına mektup yazarak anlattı içinde bulunduğu acıklı vaziyeti. Bu bir devrin yüz karası mektubu aktarıyorum:

“Bizler, (1)293 Osmanlı-Rus harbinin Erzurum civarında Aziziye tabyasında vuku bulan meşhur savaşın kahramanıyız. O tarihî günde Türk kahramanlık ve hamasetinin sembolü olan bizler, bu çok eski düşmanımızı vatanın harim-i ismetinden sökerek atmış ve göklere kadar çıkan zafer dasitanı yaratmıştık. Bu ulu güne lâyıkı derecede kıymet ve ehemmiyet verildiği halde, maalesef biz canlı timsallerine gereken kadirşinaslık gösterilmiyor. Aziziye zaferi, tarihin pek az kaydettiği bir mucizedir. Bu mucizenin yarattığı varlık sayesindendir ki, vatanımızın en mühim parçası ve Şarkın müstesna bir kilidi mesabesinde bulunan güzel Erzurum’u müstekreh düşmanın mülevves çizmesiyle çiğnenmesinden kurtarmış ve ahlâfa ebedî bir yadigâr bırakmıştır. Bu ölmez zaferin yadigârı bizler, her birerlerimiz 90’ar, 100’er yaşındayız. Hiçbir sığınacak yerimiz ve tutunacak hiçbir desteğimiz yoktur. Belediyenin ayda 4 lira maaştan başka bir şey görmüyoruz. Geçen sene birer meccanî (ücretsiz) ekmek veriyorlardı, bu sene o ekmeğimizi de kestiler. Şimdi aç ve muhtaç bir vaziyetteyiz ve dileniyoruz da… Bizlere icab eden nakdî ve fiilî yardımın yapılarak bu çetin ve acıklı vaziyetten kurtarılmaklığımızı yüksek ve derin saygılarımızla diler ve arz ederiz.”

Dilekçe, İnönü tarafından incelenip Başbakanlığa havale edilmişti ama tahmin edileceği gibi bir sonuç çıkmamıştı. Bu sırada İnönü’nün, İbrahim Çallı’ya 5 bin lira karşılığında yağlı boya tablosunu yaptırmak gibi “çok hayatî” meşguliyetleri vardı!

Nene Hatun’un sefaletini Cumhuriyet de yazmış

Öte yandan bu yazışmadan altı yıl önce, 23 Kasım 1937’de Erzurum Milletvekili Pertev Demirhan’ın kaleme alıp CHP Genel Sekreterliği’ne sunduğu raporda aynen şöyle deniliyordu:

“Bu ihtiyarların üçü de fakir ve sefalet içindedir. Yaşar 100 yaşına gelmiş olmasına rağmen hâlâhamallık ederek geçinmektedir. (…) Diğer iki kadın da sakat oğullarıyla bugün çok yokluk içinde imişler. O kahramanlık vakasından bu güne kadar yaşayan bu üç canlı yadigâra hayatlarının şu son senelerinde olsun sefaletten kurtulmak için herhangi bir tertipten, kabilse birer parça maaş bağlanmasını yüksek partimizin mürüvvetinden beklerim. Bu Türk milleti için adeta bir vicdan borcu sayılmalıdır.” 

1937’den 1943’e kadar bağlanmayan maaşın sonradan bağlandığını sanıyorsanız aldanıyorsunuz. 1925 doğumlu merhum tarihçi Nejat Göyünç küçüklüğünde Nene Hatun’u Erzurum sokaklarında kışlık tezek yapmak için sırtında teneke ile dolaşıp hayvan pisliği toplarken gördüğünü anlatır.  

Sağ kalabilenlere ancak Demokrat Parti devrinde yardımcı olunacak ve Nene Hatun’un 1955 Mayısında ahirete intikaliyle tarihin parlak bir sayfası kapanırken bize de ağır bir dram miras kalacaktır.

Peki, aziz vatan uğruna canlarını ortaya koyan kahramanlarımızı avuç açmak zorunda bırakıp yalvartmaktan utandınız mı?

Benimki de laf. Kara Fatma’nın torunlarıyla beraber Galata’daki Rus manastırına sığınmaları gerçeğinin acılığını hatırlayınca bu milletin hakiki kahramanlarına nasıl bir sığıntı muamelesi yapıldığına hayret edilir mi? 

Yakın tarih insanı dert sahibi yapar velhasıl.

(Mustafa Armağan, Yeni Akit Gazetesi, 11.14.2021)

Yorumlar 0
Yorum Yapın